Asla Umudunuzu Kaybetmeyin
Hiçbir
zaman ümidinizi yitirmeyin. Size, yapamazsın, başaramazsın denilip moralinizi
bozsalar bile, asla Ye’se kapılmayın, Görelim Mevlam neyler, Neylerse güzel
eyler, deyip Allah’a tevekkül edin.
Zümer suresi 53. Ayetinde Allahü Teala, asla
umutsuz olma, umutsuzluk haramdır, demiştir.
‘De ki: Ey nefislerine uyup haddini aşan kullarım! Allah’ın
rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O mutlak
Gafur’dur, mutlak Rahim’dir. (O çok bağışlayan, çok esirgeyendir) ’ (Zümer suresi, 53. ayet)
Ankara’dan
yaz dönemi için Ereğli’ye geldiğimiz ilk günlerde Mayıs 2016’da komşumuz öğretmen
Birgül Gökbudak hanımın kızı Seher ve dört kız arkadaşı Celal abilerini ziyaret ettiler.
Seher ve
arkadaşları Tıp’ta okuyordu. Ereğli’ye gezmeye gelmişlerdi. Engelliler haftası
nedeniyle fakirle sohbet etmek istemiş ve ziyaretime gelmişlerdi.
Keyifli
sohbet sırasında onlara; Siz yakında doktor olacaksınız, Size iki yazı okutup
bir tavsiyede bulunmak istiyorum, dedim.
Ben şimdi
emekliyim ama 1993’teki hastalığımın teşhisini koyan doktoru dinleseydik, ben
asla çalışamazdım ve hayattan bezgince evde yatıyor olacaktım, diye ekledim.
Size hayatımı anlattığım kitaptan, nasıl asla çalışamazsın denilip, Rabbimin
nasıl çalışmamı nasip ettiği ile ilgili bölümleri okumanızı isterim, dedim, Seher sesli okudu.
AH DOKTOR HANIM
“Kasım 1993’teydi. Hastaneye yatalı yirmi gün olmuştu. Yapmadıkları
tahlil, test kalmamıştı. Defalarca kan aldılar. Ekg, Emg, Tomografi,.. her şeyi
yaptılar.
İki defa
MR (emar) çekildi. O sıralarda elimi arada duvardan destek alarak
yürüyebiliyordum.
“Bir sabah
uyandım. Doktorlar dokuz gibi vizite gelirlerdi. Yine duvardan destekle
yürüyerek hastane balkonuna çıktım. Üniversitede yurtta alıştığım illeti
yaktım.
Balkondan
hastane bahçesindeki koşuşturan insanları seyrederken gözüm daldı. Dumanı
üflerken anılar film şeridi gibi geçti. Daha
dört ay önce üniversiteyi bitirmiştim.
Tüm çocukluğum ve delikanlılığım boyunca hep alay edilirdim: “Sen
sarhoş musun? , Niye düz yürümüyorsun? Yamuk! İçtin mi sen? , Sallanmasana! Dik
dursana bi ya! Dengesiz! vs. …
Yürürken balkonlardaki insanların bakışlarından çok utanırdım ama,
daha bunun bir hastalık olduğunu bile bilmiyordum. Sanki böyle yürümeyi ben
istiyordum?
“Kendimi bildim bileli, geceleri dökmeden çay taşımanın ve dümdüz
yürümenin hayalini kurardım.
Belki bir ilaçla veya iğneyle düzelebilme ihtimali vardır, belki
çok basit bir tedavisi vardır diye düşünürdüm.
Ama kimseye derdimi söyleyemedim. İnsanların nasıl düz
yürüyebildiklerini çok merak ederdim.
Hani doğuştan görme özürlü birisi, görmenin nasıl ve ne demek
olduğunu anlayamazmış ya, mesela renkleri,
benimki de aynen öyle.
İşte şimdi beni hastanede inceliyorlardı. Ümitle sonucu
bekliyordum. Belki de iyileşecektim…” Saat
dokuza geliyordu. Tekrar odaya geçtim.
“Doktorlar
geldi. Bizimle ilgilenen doktorlar, klinik şefine biz hastaların durumu
hakkında bilgi verdiler. Her günkü sabah kontrolü bitmişti.
Ben
odadaki diğer hastalarla sohbete başladım. Konu müzikten açıldı. Ben yurtta
Orhan Gencebay’ın şarkılarını çok sevmiştim.
“Yanımdaki
hasta ‘Ben Samsun’da yol üstü lokanta işletiyorum. Orhan bey, bana Samsun’a her
gelişinde uğrar.’ dediğinde çok sevindim. O hastaya:
“Abi keşke
ben de tanışabilsem” dedim.
“Kahkahalarla
böyle sohbet devam ederken, benimle ilgilenen bayan doktor odaya girince
sustuk.
“Yanıma
geldi, içimi bir garip heyecan kapladı.
‘Celȃl, senin hastalığının ismi Friedreich Ataksisi’ dediğinde
sözünü kestim.
‘Nasıl doktor hanım, ney pardon anlayamadım’, dedim.
Daha hastalığın adını bile telaffuz edemiyordum.
“Bu hastalık dengesiz yürümeyle başlar, sürekli ilerler ve
tekerlekli sandalyeyle devam eder. Sonunda yatalak duruma gelir” dedi.
Nefes almadan dinliyordum ve göz pınarlarım dolmaya başlamıştı.
Henüz yirmi yaşında bir gençtim. Hayatın baharındaydım.
Yıllarca hayalini kurduğum düz yürüyebilmek gerçekten hayale
dönüşüyordu. Sonra devam etti:
“Celȃl, sen şimdi hastalığının henüz başlangıç dönemindesin. Bu
hastalığın sebebi bilinmiyor ve maalesef tıbben tedavisi yok.”
Dişlerimi sıkıyor ve ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
“Bugünler senin iyi günlerin. Sen asla çalışamazsın. Yakında
tekerlekli sandalyeye düşeceksin ve ilerde yaşarsan yatalak olabilirsin. Özetle
durumun böyle.” Dedi.
Artık daha
fazla kendimi tutamadım ve çocuk gibi hıçkırarak ağlamaya başladım.
Doktor
Hanım odadan çıktı. Oda arkadaşları teselli veriyorlardı, ama duymuyordum.
Yatağa uzandım. Battaniyeyi üstüme örttüm ve ağlamaya başladım.
“Babam,
kendimi idare ettiğim için refakatçi olarak kalmıyordu.
Saat oniki
gibi gelince bakmışki üstüm örtülü. Uyuyorum sanmış. Odadaki diğer hastalar
babama, uyumuyor, ağlıyor deyince üstümdeki battaniyeyi kaldırdı.
Babamı görünce tekrar ağlamaya başladım. Gözlerim ağlamaktan kan
çanağına dönmüştü. Durumu anlattığımda hemen doktorla görüşmeye gitti.
“Gencecik çocuğa birden böyle söylenir mi?” diye münakaşa etmiş.
Doktor Hanımın babama cevabı şu olmuş:
“Ama hastanın kendi durumunu öğrenmeye hakkı var.”
Babam o zaman alıştırarak söyleseydiniz ya diye doktora epey
bağırmış.
Sonunda doktor Hanım odama gelerek bana:
- Celȃl senin hastalığının henüz tedavisi yok ama, bak tıp çok
hızlı ilerliyor. Yakında bu hastalığa da bir çare, bir ilaç bulunabilir. Her
zaman umutlu ol, dedi.
Kısmen biraz da olsa rahatlamıştım.
***
Bazı
doktorlar önyargılı bilgilerle hemen karar veriyorlar. Meşhur şu sözü
duymuşsunuzdur;
“Asla bir insanın umudunu kırmayın, belki de sahip olduğu tek şey
umuttur.”
Allah’ın herkes hakkında mutlaka bir kader planı olduğunu
anlayamamış ne yazıkki...
Her insan özeldir. Cenab-ı Allah, bana çalışabilmem için her sebebi
hazırlamıştı.
Hastaneden çıktıktan dört ay sonra Nisan 1994’te, tesadüf
zannettiğim sebeplerle beni özel şirketteki işime kavuşturdu elhamdülillah. Anlatacağım.
İNGİLİZCE ÖĞRENMEM BOŞA DEĞİLMİŞ
SSK Hastanesi’nden çıktığımda verilen rapor ile babama: “Bu çocuk
hiç bir iş yapamaz, bakmakla yükümlüsün.” demişlerdi.
Babam bunu kabullenemedi. Çünkü üniversite bitirmiştim.
İş ve işçi
Bulma Kurumu’na başvurduk. Onlar bizi özürlülük raporu almak için bir devlet
hastanesine gönderdiler.
Bu
hastaneden %40 özürlüdür ve getir götür işlerde çalışabilir diye rapor
verdiler.
Çünkü
mesleğimi dikkate almamışlardı. Ama biz İş ve İşçi Bulma Kurumu’na sadece
devlet kuruluşlarında çalışır diye kaydettirdik.
Birkaç
hafta sonra babam beni moral olsun diye Kızılay’a götürdü. Babamın kolunda
yürürken İş ve işçi Bulma Kurumu’nun önünden geçiyorduk.
Babam
bana: “İstersen gel, özel şirketlerde de çalışabilirim diye değiştirtelim.”
dedi. İçeri girdik. Özel şirketlerde de çalışabiliriz diye kaydımızı
değiştirtmek istediğimizi söyledik.
Yetkili
bize dedi ki “Senin bir mesleğin var mı?” Bende “Elektronik teknikeriyim.”
dedim.
“Tamam” dedi. “Karel diye bir firma var, biz oraya 5-6 özürlü işçi
gönderdik, birkaç hafta içinde beğenmeyip çıkardılar. Bir de siz gider
misiniz?” dediler.
Verilen
adres Çankaya’ydı. Biz ise Sincan’da oturuyorduk. 1989 yılında “Çocuklar
büyüyor” diye gecekondudan Sincan’a apartman dairesine yine kiraya
taşınmıştık.
Çankaya
ile arada kırk km vardı. Neyse babamın kolunda otobüsle gittik Çankaya
Karel'e... Orada bir yetkili beni beğendi ve dedi ki “Burası genel müdürlük,
fabrika ve arge Sincan'da... Yarın
Sincan’daki fabrikaya gidin görüşün.”
Kafamda
birsürü soru vardı. Ben artık engelliydim. Zaten oraya engelli kadrosuyla
girecektim.
Aklımda
beğenilmeyen özürlü işçiler vardı. Ya beni de beğenmezseler, ya birkaç hafta
içinde beni de çıkartırlarsa diye endişe duyuyordum.
Henüz
engelli sıfatı ile anılmaya da alışamamıştım. Değişik duygularla Sincan Karel'e
gittik.
Fabrika
müdürüyle görüştük. Önce bir elektronik bilgisi testi, sonra hastalığım
hakkında konuşmalar...
Görüşme sonunda babam : “Benim oğlum Yükseliş Kolejinde okudu,
ingilizcesi de iyidir” dedi. ”Öyle mi?” deyip beni patronla görüştüreceğini
söyledi.
Benim, patron denince yaşlı, göbekli, kibirli
biri gözümde canlandı.
İçeri girince, otuzlu yaşlarda, zayıf, uzun
boylu, gri pantolon ve mavi gömlekli, talebe gibi sade giyimli birini görünce
şaşırdım.
Müdür bey, Yaman Tunaoğlu bey deyip
tanıştırdı. Elimi sıkıp oturttu. İngilizce ve elektronik bilgimi test etti.
Çünkü sonradan öğrendim. Boğaziçi mezunu ve
ABD’de masterını yapmış bir elektronik mühendisiymiş.
Bana teknik bir ingilizce kitaptan bir sayfa
okutup, tercüme etmemi istedi. Ettim ve sonuçta beni beğendiler, ki yarın sabah
gel başla, dediler.
Araştırma-geliştirme (Ar-ge) bölümünde bir mühendis işten ayrılmış
ve öyle sanıyorum ki benim o işi yapacağımı kanaat etmiş. Ar-ge’de çalışmaya
başladım.
Allah ondan razı olsun. Aslında iki yıllık üniversite bitirmeme
rağmen bu işi öğrenip tecrübe kazanmam iki yıl sürdü.
Sonradan anladım ki Allah beni seviyordu. Benim kaderimi böyle
yazmıştı. İngilizce öğrenmem boşa değildi. Dünyada Allah'ın yaptığı hiç bir iş
malayani değildir.
Hem masabaşı güzel bir iş yapıyordum, hem de işyeri evime yedi km
idi. Allah’a binlerce hamdolsun.
******
Evet kızlar işte böyle. Ne olursa olsun, asla hastalarınızın
umudunu kırmayın…
“Asla bir insanın umudunu kırmayın, belki de sahip olduğu tek şey
umuttur.”
Müstakbel
doktor kızlar:
Celal abi dersimizi aldık, çok teşekkür ederiz, iyi ki seni tanıdık, dediler.
Celal abi dersimizi aldık, çok teşekkür ederiz, iyi ki seni tanıdık, dediler.
Kızlar, birde
şu yazımdan nasihat alacaksınız inşallah… Okuyunca hepsi, Celal abi, kadın
doğum doktoru olursak, asla hastalarımıza böyle bir teklif yapmayız, dediler.
FANTASTİK SORU
Sizlere fantastik bir soru soracağım.
Mesela annem bana hamileyken doktor babama deseydi ki:
“Oğlunuzun yavaş ilerleyen bir hastalıgı var. Önce sarhoş gibi
yürüyecek ve sonra tekerlekli sandalyeye mahkum olacak. Ömrünün sonuna kadar
bakıma muhtaç olacak... Hatta ileride yatalak olacak.“
Babama, annemi kürtaj yaptırmasını tavsiye eder miydiniz?
Cevabınız olumlu ise ben olmayacaktım.
Ben bebeği
engelli olacak diye kürtaj yaptıranlara çok üzülüyorum. O bebeğin nasıl bir
insan olacağını asla bilemeyiz. Allah’ın takdirine rıza göstermeliyiz.
Cenab-ı Allah’ın en hoşuna giden şey, kulunun takdirine rıza
göstermesidir.
Eğer böyle
bir günah işlemişsek af talep etmeliyiz. Allah gaffar-u rahimdir.
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder