İman Bir Bağdır
Sevgili ilahiyatçı okul yöneticisi dostum Efkan Vural hocam fakirinize sık sık,
bir Hadis-i Şerif’ten işaretle der ki; “Celal sen çok iyi bir ilim
taşıyıcısısın”
Bu yazıda inşallah iman konusunda yine Bediüzzaman Said Nursi’nin eseri
Risale-i Nur’dan fakirinizi çok etkileyen bir bölümü paylaşmak istiyorum.
Biliyorsunuz
yapılan hayırlı işlerin ve ibadetlerimizin kabul olmasının birinci şartı
İMAN’dır. Allah’a inanmayan bir insanın yaptığı hayırlı işlerin Allah katında hiçbir
değeri yoktur.
Biryerde insanlar kavgaya tutuşmuşlar. İki adam
kavgayı durdurmak için koşuyorlar. Birinci adam defalarca durun yapmayın dese
de kimse dinlemiyor.
İkinci adam ise sadece birkez Durun! deyince kavgayı
kesiyorlar. Çünkü o kıyafeti üzerinde olan bir polismiş. Polis’te diğeri gibi aciz
bir insan, ama o gücünü devletten alıyor.
Aşağıda
geçen İMAN bir intisaptır, bağdır dediği şey işte budur.
Başlıkta geçen İMAN bir insanın kalbinden çıkarsa
ne olur, aşağıda onu paylaşacağım.
Yirmiüçüncü Söz - Birinci Mebhas (Kısım)
İmanın binler mehasininden (güzelliğinden) yalnız beşini
"Beş Nokta" içinde beyan ederiz.
Birinci Nokta: İnsan, nur-u
iman (iman nuru) ile a'lâ-yı
illiyyîne (cennette
en yüksek dereceye) çıkar; Cennet'e lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür (inkar karanlığı) ile, esfel-i
safilîne (cehennemin
en alt tabakası) düşer; Cehennem'e ehil (olacak) bir vaziyete girer. Çünki iman, insanı
Sâni'-i Zülcelal'ine nisbet ediyor; (Allah’a yakınlık sağlıyor) iman, bir
intisabdır. (bağdır) Öyle ise
insan, iman ile insanda tezahür eden san'at-ı İlahiye ve nukuş-u esma-i
Rabbaniye itibariyle bir kıymet alır. (insan iman ile ortaya çıkan ilahi sanat
ve Allah’ın isimlerinin nakışları ile bir değer kazanır) Küfür, o
nisbeti kat'eder. (İnkar o bağı keser) O kat'dan san'at-ı Rabbaniye gizlenir. (O bağın kopmasıyla
insandakiilahi sanat gizlenir) Kıymeti dahi yalnız madde itibariyle olur. Madde ise,
hem fâniye, hem zâile, (tükenen) hem muvakkat bir hayat-ı hayvanî (geçici bir canlı hayatı gibi) olduğundan, kıymeti
hiç hükmündedir.
Bu sırrı bir temsil ile beyanı edeceğiz.
Meselâ: İnsanların san'atları içinde nasılki maddenin kıymeti ile san'atın
kıymeti ayrı ayrıdır. Bazan müsavi, (eşit) bazan madde daha kıymettar, (kıymetli) bazan oluyor
ki; beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir san'at bulunuyor. Belki
bazan, antika olan bir san'at, bir milyon kıymeti aldığı halde, maddesi beş
kuruşa da değmiyor. İşte öyle antika bir san'at, antikacıların çarşısına
gidilse, hârika-pişe ve pek eski hünerver san'atkârına nisbet ederek (harika ve becerikli o eski
sanatkarına bağlayarak) o san'atkârı yâd etmekle ve o san'atla teşhir edilse, bir milyon fiatla
satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir
bahasına (değerine) alınabilir.
İşte insan, Cenab-ı Hakk'ın böyle antika
bir san'atıdır ve en nazik ve nazenin bir mu'cize-i kudretidir ki; (zarif ve nazlı kudret
mucizesidir ki) insanı, bütün esmasının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar (insanı, bütün isimlerinin
tecellisine vesile) ve kâinata bir misal-i musaggar (küçültülmüş örnek) suretinde
yaratmıştır.
Eğer nur-u iman, içine girse, üstündeki
bütün manidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü'min, şuur ile okur ve o intisabla
(o bağ ile) okutur. Yani:
"Sâni'-i Zülcelal'in masnuuyum (sanat eseriyim), mahlukuyum,
rahmet ve keremine mazharım" gibi manalarla insandaki san'at-ı Rabbaniye
tezahür eder. Demek Sâni'ine intisabdan (sanatçıya bağ kurmaktan) ibaret olan
iman; insandaki bütün âsâr-ı san'atı izhar eder. (sanat eserlerini ortaya çıkarır) İnsanın
kıymeti, o san'at-ı Rabbaniyeye (Allah’ın sanatı) göre olur ve âyine-i Samedaniye (Allah’ın Samed ismine ayna
olmak) itibariyledir.
O halde şu ehemmiyetsiz (değersiz) olan insan, şu itibarla bütün mahlukat (yaratılmışlar) üstünde bir
muhatab-ı İlahî (Cenab-ı
Hakk’ın hitap ettiği) ve Cennet'e lâyık bir misafir-i Rabbanî (Allah’ın misafiri) olur.
***
Eğer
kat'-ı intisabdan (bağı koparmaktan) ibaret olan küfür (Allah’a inanmamak, imansızlık) , insanın içine girse; o vakit
bütün o manidar nukuş-u esma-i İlahiye (Allah’ın isimlerinin nakışları) karanlığa
düşer, okunmaz. Zira Sâni' (sanatla yaratan Allah) unutulsa, Sâni'a müteveccih (dönük) manevî
cihetler (maddi
olmayan yönler) de anlaşılmaz. Âdeta baş aşağı düşer. O manidar âlî (ince manalı yüksek) san'atların
ve manevî âlî nakışların çoğu gizlenir. Bâki kalan ve göz ile görülen bir kısmı
ise; süflî esbaba (basit sebeplere) ve tabiata ve tesadüfe verilip, nihayet sukut eder. (değerini kaybeder) Herbiri birer
parlak elmas iken, birer sönük şişe olurlar. Ehemmiyeti yalnız madde-i
hayvaniyeye bakar. Maddenin gayesi ve meyvesi ise; -dediğimiz gibi- kısacık bir
ömürde hayvanatın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir halde
yalnız cüz'î (kıymetsiz,
pek az) bir hayat
geçirmektir. Sonra tefessüh (alçaklaştırma) eder gider. İşte küfür, böyle mahiyet-i insaniyeyi (insanın aslını esasını) yıkar,
elmastan kömüre kalbeder. (dönüştürür)
(Bediüzzaman
Said Nursi / Risale-i Nur Külliyatı – Sözler – 23.Söz – Birinci Mebhas –
Birinci Nokta)
Celalin
Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder