Kıyıya Vuran Bebek Cesedinin Anlamı Nedir?
Sevgili Gönül dostlarımız, bu yazıda size Youtube’da izlediğim bir
sohbetin özetini yazmak istiyorum. Sohbeti araştırmacı Uğur Akkafa bey
yapmaktadır.
Sohbetin konusunu yazıyı okuyunca anlayacaksınız inşallah… Özeti aynen
aktarıyorum:
Arkadaşlar, öldükten sonra diriliş meselesi çok önemli. Hani kumsalda
bir çocuk cesedi vardı, yüzüstü yatıyordu. Tahmin ediyorum hepinizin ruh
dünyası altüst oldu.
Hepimiz çok üzüldük, zalimlere kızdık, belki ağladık ama bu olayı
aşabilmenin tek yolu ‘Ahirete İman’dır. Benim şefkatim çok fazladır. (Sanırım gençken ablasının ölümüyle başlamıştır.) Eğer ahirete imanım olmasaydı, kesinlikle ben
delirmiştim.
Bu hadiseyi, Ahirete iman gözlüğüyle, Allah’ın ‘olaylara böyle bak’
demesiyle çözebilirsiniz. Ahiret cihetiyle bakmazsak, inanılmaz kötü bir
hadisedir.
Ama ahiret gözlüğü bize ne diyor; Ebedi bir hayat var. O görmüş
olduğunuz çocuk direk cennete gitti. O, zerre miktar dahi sıkıntı çekmeden
gitti.
Peki, kumsalda gördüğünüz nedir? O kumsalda gördüğünüz, o bebeğin
dünyada kullanmış olduğu elbisesidir. O bebeğin asıl varlığı ruhu direk cennete
gitti.
Bazen sorular geliyor. Madem Allah bu kadar merhametli, neden o
çocuğun ölümüne müsade ediyor?
Ölüm bizim sandığımız gibi dehşetli bir hadise değildir. O bebek
masum, günahsızdı. Bu dünya zindanından gül bahçesi başka diyarlara gitti.
Kumsaldaki gördüğümüz o çocuk değil, elbisesidir. Cesetler,
ruhların terk ettiği elbiselerdir. Ahirete iman gözlüğüyle bakmazsak korkunç
bir hadise olarak görürüz.
Ahirete iman çok çok önemli. Bir insanı bu hayatta en mutlu eden
şey, bence ebedi bir hayatın olduğunu bilmek, öğrenmektir.
Yani beni hayata bağlayan şey, ebedi bir hayatın varlığını bilmek
oluyor. Yani yok olmak yok, ben toprağın altına girmeyeceğim. Peki ahiretin
delili nedir?
Bediüzzaman Said Nursi (1876-1960) 10. Söz, Haşir Risalesinde
birkaç misal vermiş.
Birinci Suret: Hiç mümkün
müdür ki: Bir saltanat, bâhusus (özellikle) böyle
muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet (güzel işler) eden
mutilere (itaatkar) mükâfatı (ödül) ve isyan edenlere mücazatı (ceza) bulunmasın. Burada yok hükmündedir. Demek başka yerde bir mahkeme-i
kübra (büyük mahkeme) vardır.
Allah’ın öyle büyük bir saltanatı var ki, güneşten, aydan, ta en küçük
mahluka kadar zerrece taviz vermeden büyük bir itaatle vazifelerine devam
ediyorlar.
Güneş saniye atlamadan her
sabah doğuyor. Ben artık bal yapmam diyen arı yok. Sütünüzü kendiniz yapın diyen
inek yok. Vs… Hepsi büyük itaatle vazifelerine devam ediyorlar.
Demekki kainatta herşeyin hakimi gerçek saltanat sahibi bir tek
Allah’tır.
Kainattaki Allah’ın
tasarrufunu düşündükçe Onun sonsuz sıfatlarını tanıyoruz. Allah bizi böyle
ballarla, sütlerle, muzlarla, baklavalarla, kebaplarla beslesin de, sonra da bizi öldürüp çukura atsın, yok etsin. Akıl bunu
kabul etmiyor.
O bebek ile onları botlara bindiren şerefsiz, ömrü bitince aynı toprağa
gömülüyor. Ne o bebek mükafat gördü, ne de o zalim ceza…
Bu işte bir adaletsizlik yok mu? İnsan bunu kabul edemiyor.
İşte onun için, herkesin ölmesi ve bir kıyamet lazım; sonra
ölülerin yeniden dirilmesi ve adil bir mahkeme ile sonsuz bir mükafat yurdu ve
ceza mekanının olması gerekir.
Ne diyordu Üstad Bediüzzaman:
Birinci Suret: Hiç mümkün
müdür ki: Bir saltanat, bâhusus (özellikle) böyle
muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet (güzel işler) eden
mutilere (itaatkar) mükâfatı (ödül) ve isyan edenlere mücazatı (ceza) bulunmasın. Burada yok hükmündedir. Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra
(büyük mahkeme) vardır.
(Bediüzzaman Said Nursi –
Haşir Risalesi)
İnsan, Allah’ın böyle büyük saltanatını gördükçe kalbi buna
hükmediyor. Elbette mümkündür… Burada yok görünüyor, Elbet başka bir yerde
büyük bir mahkeme vardır.
Bunu da en sevdiği kulu habibi SAV ile bize haber göndermiş. Ne
diyor Cenab-ı Hak:
“Sakın o zalimlerin yaptıklarından Allah’ı habersiz sanma! Allah,
onların cezalarını korkudan gözlerin yerinden fırlayacağı bir güne erteliyor.” ( İbrahim suresi, 42 .ayet)
Ben özetini aktardım. Sohbetin tamamı:
Yarın 10 Muharrem. Rahmetli Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan
Hocaefendi’nin (1938-2001) konu ile ilgili bir Cuma sohbetinden bir bölüm
kopyalayarak yazımızı bitiriyoruz:
AŞURE GÜNÜ ORUCU
Tirmizi’de de geçen bir hadiste Peygamberimiz SAV şöyle
buyurmuşlardır:
"Âşura Gününde tutulan orucun Allah katında, o
günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit
ediyorum."( A.g.e., Savm:
47)
"Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur”( İbni Mâce. Siyam: 43)
hadis-i şerifi ise, bu günlerde tutulan orucun faziletini ifade etmektedir.Bu hadisin açılamasında İmam-ı Gazali,
"Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur”( İbni Mâce. Siyam: 43)
hadis-i şerifi ise, bu günlerde tutulan orucun faziletini ifade etmektedir.Bu hadisin açılamasında İmam-ı Gazali,
"Muharrem ayı Hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir
yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayamak daha güzel olur. Bereketinin devamı
da daha fazla ümit edilir" demektedir.
Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşura
Gününe denk getirmemek için, Muharrem'in dokuzuncu, onuncu veya on, onbirinci
günlerinde oruç tutulması tavsiye edilmiştir.Bu mânâdaki bir hadisi İbni Abbas
rivayet etmektedir. Bunun için, müstehap olan, aşure Gününü ortalayarak, bir
gün önce veya bir gün sonra oruç tutmaktır.
Bu günde oruçtan başka hayır hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır.
Bu günde oruçtan başka hayır hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır.
Herkes imkânı nisbetinde ailesine, akraba ve komşularına
ikramda bulunur; bugünlerin faziletini bildiren hâdiseleri hatırlayarak ihsanda
bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alacaktır. Bilhassa, Peygamberimiz,
mü'minin aile efradına
Âşura Gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.
Bîr hadiste şöyle buyurular:"Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder."( et-Tergîb ve'l-Terhİb, 2:116)
Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir. Fakat, bunun İçin fazla külfete girmeye, aile bütçesini zorlamaya lüzum yoktur. Herkes imkânı ölçüsünde ikram eder.
Âşura Gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.
Bîr hadiste şöyle buyurular:"Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder."( et-Tergîb ve'l-Terhİb, 2:116)
Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir. Fakat, bunun İçin fazla külfete girmeye, aile bütçesini zorlamaya lüzum yoktur. Herkes imkânı ölçüsünde ikram eder.
Âşura gününün manevi ve berraklığı üzerinde Kerbela
karanlığının kesafeti de görülmektedir. 61. hicret yılının Muharrem'ine ait 10.
gününde Hazret-i İmam Hüseyin (r.a.) 55 yaşında iken Sinan bin Enes isimli bir
hain tarafından Kerbelâ'da hunharca şehit edilmiştir.
Bu gadr ve zulmün arkasında Emevi Halifesi Yezid, onun
Küfe valisi İbni Ziyad vardır. Yarım asır öncesinden Peygamberimizin bizzat
haber verdiği bu ciğerleri yakan olay Hazret-i Hüseyin'i Cennet gençlerinin
efendisi olma şanına yüceltmiştir.
Şehitler mükâfatını almış en yüce mertebelere ulaşmıştır. Yüce Allah'ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur.
Şehitler mükâfatını almış en yüce mertebelere ulaşmıştır. Yüce Allah'ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur.
Kader hükme boyun eğen her mü'min bu olaya üzülür, ancak
itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez. Duyguları yanlışlara ve taşkınlıklara
götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür.
Bu açıdan bunu bir "yas merasimi" haline
dönüştürmek ehli-i sünnetin itikat ve inancına aykırıdır.
Prof. Dr.
Mahmud Esad Coşan'ın (1938-2001) bir cuma sohbetinden…
Yazıdan
anladığımız Aşure oruçlarını tutalım ve aşure günü evimize gıdayı
bollaştıralım.
Celalin Penceresinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder