10 Ekim 2016 Pazartesi

Kıyıya Vuran Bebek Cesedinin Anlamı Nedir?


Kıyıya Vuran Bebek Cesedinin Anlamı Nedir?

 

Sevgili Gönül dostlarımız, bu yazıda size Youtube’da izlediğim bir sohbetin özetini yazmak istiyorum. Sohbeti araştırmacı Uğur Akkafa bey yapmaktadır.  

 

Sohbetin konusunu yazıyı okuyunca anlayacaksınız inşallah… Özeti aynen aktarıyorum:

 

Arkadaşlar, öldükten sonra diriliş meselesi çok önemli. Hani kumsalda bir çocuk cesedi vardı, yüzüstü yatıyordu. Tahmin ediyorum hepinizin ruh dünyası altüst oldu.  

 


Hepimiz çok üzüldük, zalimlere kızdık, belki ağladık ama bu olayı aşabilmenin tek yolu ‘Ahirete İman’dır. Benim şefkatim çok fazladır. (Sanırım gençken ablasının ölümüyle başlamıştır.) Eğer ahirete imanım olmasaydı, kesinlikle ben delirmiştim.

 

Bu hadiseyi, Ahirete iman gözlüğüyle, Allah’ın ‘olaylara böyle bak’ demesiyle çözebilirsiniz. Ahiret cihetiyle bakmazsak, inanılmaz kötü bir hadisedir.

 

Ama ahiret gözlüğü bize ne diyor; Ebedi bir hayat var. O görmüş olduğunuz çocuk direk cennete gitti. O, zerre miktar dahi sıkıntı çekmeden gitti.

 

Peki, kumsalda gördüğünüz nedir? O kumsalda gördüğünüz, o bebeğin dünyada kullanmış olduğu elbisesidir. O bebeğin asıl varlığı ruhu direk cennete gitti.

 

Bazen sorular geliyor. Madem Allah bu kadar merhametli, neden o çocuğun ölümüne müsade ediyor?

 

Ölüm bizim sandığımız gibi dehşetli bir hadise değildir. O bebek masum, günahsızdı. Bu dünya zindanından gül bahçesi başka diyarlara gitti.

 

Kumsaldaki gördüğümüz o çocuk değil, elbisesidir. Cesetler, ruhların terk ettiği elbiselerdir. Ahirete iman gözlüğüyle bakmazsak korkunç bir hadise olarak görürüz.

 

Ahirete iman çok çok önemli. Bir insanı bu hayatta en mutlu eden şey, bence ebedi bir hayatın olduğunu bilmek, öğrenmektir.

 

Yani beni hayata bağlayan şey, ebedi bir hayatın varlığını bilmek oluyor. Yani yok olmak yok, ben toprağın altına girmeyeceğim. Peki ahiretin delili nedir?

 

Bediüzzaman Said Nursi (1876-1960) 10. Söz, Haşir Risalesinde birkaç misal vermiş.

 

          Birinci Suret: Hiç mümkün müdür ki: Bir saltanat, bâhusus (özellikle) böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet (güzel işler) eden mutilere (itaatkar) mükâfatı (ödül) ve isyan edenlere mücazatı (ceza) bulunmasın. Burada yok hükmündedir. Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra (büyük mahkeme) vardır.

 

Allah’ın öyle büyük bir saltanatı var ki, güneşten, aydan, ta en küçük mahluka kadar zerrece taviz vermeden büyük bir itaatle vazifelerine devam ediyorlar.

 


Güneş saniye atlamadan her sabah doğuyor. Ben artık bal yapmam diyen arı yok. Sütünüzü kendiniz yapın diyen inek yok. Vs… Hepsi büyük itaatle vazifelerine devam ediyorlar.

 

Demekki kainatta herşeyin hakimi gerçek saltanat sahibi bir tek Allah’tır.

 

Kainattaki Allah’ın tasarrufunu düşündükçe Onun sonsuz sıfatlarını tanıyoruz. Allah bizi böyle ballarla, sütlerle, muzlarla, baklavalarla, kebaplarla beslesin de, sonra da bizi öldürüp çukura atsın, yok etsin. Akıl bunu kabul etmiyor.

 

O bebek ile onları botlara bindiren şerefsiz, ömrü bitince aynı toprağa gömülüyor. Ne o bebek mükafat gördü, ne de o zalim ceza…

 

Bu işte bir adaletsizlik yok mu? İnsan bunu kabul edemiyor.

 

İşte onun için, herkesin ölmesi ve bir kıyamet lazım; sonra ölülerin yeniden dirilmesi ve adil bir mahkeme ile sonsuz bir mükafat yurdu ve ceza mekanının olması gerekir.

 

Ne diyordu Üstad Bediüzzaman:

 

          Birinci Suret: Hiç mümkün müdür ki: Bir saltanat, bâhusus (özellikle) böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet (güzel işler) eden mutilere (itaatkar) mükâfatı (ödül) ve isyan edenlere mücazatı (ceza) bulunmasın. Burada yok hükmündedir. Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra (büyük mahkeme) vardır.    

 

(Bediüzzaman Said Nursi – Haşir Risalesi)

 

İnsan, Allah’ın böyle büyük saltanatını gördükçe kalbi buna hükmediyor. Elbette mümkündür… Burada yok görünüyor, Elbet başka bir yerde büyük bir mahkeme vardır.

 

Bunu da en sevdiği kulu habibi SAV ile bize haber göndermiş. Ne diyor Cenab-ı Hak:

 

“Sakın o zalimlerin yaptıklarından Allah’ı habersiz sanma! Allah, onların cezalarını korkudan gözlerin yerinden fırlayacağı bir güne erteliyor.” ( İbrahim suresi, 42 .ayet)

 


Ben özetini aktardım. Sohbetin tamamı:

 


 

Yarın 10 Muharrem. Rahmetli Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan Hocaefendi’nin (1938-2001) konu ile ilgili bir Cuma sohbetinden bir bölüm kopyalayarak yazımızı bitiriyoruz:

 

AŞURE GÜNÜ ORUCU

 
Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

Tirmizi’de de geçen bir hadiste Peygamberimiz SAV şöyle buyurmuşlardır:

 

"Âşura Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum."( A.g.e., Savm: 47)

"Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur”(
İbni Mâce. Siyam: 43
)

hadis-i şerifi ise, bu günlerde tutulan orucun faziletini ifade etmektedir.Bu hadisin açılamasında İmam-ı Gazali,

 

"Muharrem ayı Hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayamak daha güzel olur. Bereketinin devamı da daha fazla ümit edilir" demektedir.

 

Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşura Gününe denk getirmemek için, Muharrem'in dokuzuncu, onuncu veya on, onbirinci günlerinde oruç tutulması tavsiye edilmiştir.Bu mânâdaki bir hadisi İbni Abbas rivayet etmektedir. Bunun için, müstehap olan, aşure Gününü ortalayarak, bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutmaktır.

Bu günde oruçtan başka hayır hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır.

 

Herkes imkânı nisbetinde ailesine, akraba ve komşularına ikramda bulunur; bugünlerin faziletini bildiren hâdiseleri hatırlayarak ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alacaktır. Bilhassa, Peygamberimiz, mü'minin aile efradına
Âşura Gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.

Bîr hadiste şöyle buyurular:"Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder."(
et-Tergîb ve'l-Terhİb, 2:116
)

Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir. Fakat, bunun İçin fazla külfete girmeye, aile bütçesini zorlamaya lüzum yoktur. Herkes imkânı ölçüsünde ikram eder.

 

Âşura gününün manevi ve berraklığı üzerinde Kerbela karanlığının kesafeti de görülmektedir. 61. hicret yılının Muharrem'ine ait 10. gününde Hazret-i İmam Hüseyin (r.a.) 55 yaşında iken Sinan bin Enes isimli bir hain tarafından Kerbelâ'da hunharca şehit edilmiştir.

 

Bu gadr ve zulmün arkasında Emevi Halifesi Yezid, onun Küfe valisi İbni Ziyad vardır. Yarım asır öncesinden Peygamberimizin bizzat haber verdiği bu ciğerleri yakan olay Hazret-i Hüseyin'i Cennet gençlerinin efendisi olma şanına yüceltmiştir.

Şehitler mükâfatını almış en yüce mertebelere ulaşmıştır. Yüce Allah'ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur.

Kader hükme boyun eğen her mü'min bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez. Duyguları yanlışlara ve taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür.

 

Bu açıdan bunu bir "yas merasimi" haline dönüştürmek ehli-i sünnetin itikat ve inancına aykırıdır.

 

Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan'ın (1938-2001) bir cuma sohbetinden…







Efkan Vural hocam ziyaretiyle mutlu etti. 1 Ekim 2016



 


Yazıdan anladığımız Aşure oruçlarını tutalım ve aşure günü evimize gıdayı bollaştıralım.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder