Ben 2003’te Darbe Yaptım
15 Temmuz 2016 Cuma akşamı
22 sularında başlayan ve sabah saatlerine kadar devam eden yönetime el koymayı
amaçlayan '' Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir cuntanın parlamenter
demokrasimize yönelik darbe girişimi'' oldu.
Sivil, asker, polis toplam 240 şehidimiz ve binbeşyüz’e yakın
yaralımız oldu. Ölenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar dileriz.
Çok şükür, kahraman polis ve yüce Türk milletimizin basiretiyle bu
hain darbe teşebbüsü engellenmiştir.
En kötü demokrasi bile, askeri darbeden hayırlıdır.
Allah tekrarından korusun, ülkemize birlik, huzur, selamet versin…
Ülkemizde televizyonlar günlerce günboyu darbe ile ilgili haberler
verdiler. Geçen yerel kanalda bir röportajda bir baba, oniki yaşındaki kızının;
Baba, darbe ne demek, sorusuna cevap vermekte zorlandığını söyledi.
Evet ben 1980 darbesini hayal meyal hatırlıyorum, yedi yaşındaydım.
Darbe, seçimler olmadan ülkenin seçilmiş yönetimini silahlı güç
kullanarak ele geçirmektir. Ama bendeniz bu yazıda size 2003 yılında yaptığım
darbeden bahseceğim.
İLAHİ AŞKLA YANANLAR
Naçizane ben ilahi aşkla yananlardan değilim fakat kendimi sadece
ilahi aşk denizinin kıyısına ulaşabilmiş bahtiyarlardan sayıyorum.
Artık gayem, Hem Allah’ın rızasını kazanabilmek, hem de O’nun
sevgisini kaybetmemek için...
Ben
kendimi bildim bileli bu dengesiz yürüme (Friedreich Ataksisi) hastalığım hep
vardı. Dengesiz yürürken hep alay edilirdim. Bu yüzden hep içime kapanıktım.
Sanki
böyle yürümeyi ben istiyordum. Ama neden böyleyim Allah’ım, diye hiç isyan
etmedim. Her gece yastığa başımı koyunca, sadece düz yürümenin hayallerini
kurardım.
Onaltı
yaşımda bir kızla karşılaştık. Onu ilk gördüğüm anda gözlerimi ondan
ayıramadım. Hele o güzel gözleriyle bana ilk bakışında heyecandan kalbim
duracaktı.
Bundan
sonra hayallerim sadece, normal bir insan gibi dümdüz yürümek ve dökmeden çay
taşımak değildi.
Sevdiğim
kızın benim gücüme güvenip koluma girip yürümesi, bir toplulukta göz göze gelip
bana hayranlıkla bakmasının hayaliydi de artık.
Artık O, kalbimin zirvesine oturdu. Her zaman onu düşünürdüm. Bilmediğim
hastalığımı ve onun düz yürüyüşünü kafama takar, bu aşkın imkansızlığını
düşünür, uyuyamazdım.
Arabesk
aşk şarkıları dinler, sigara içer ağlardım. Arkadaşlarıma hep onunla anılarımı
anlatırdım. Onu tanıyan birini görünce sabaha kadar ondan bahsetmesini
isterdim.
Annem,
babam, kardeşlerim bile neler yaşıyorlar, bu ev nasıl geçinir düşünmezdim.
Neyse uzatmayayım isterseniz, O beni terk ettiğinde ondokuz yaşındaydım.
Moral
bozukluğuyla bu hastalık ilerledi ve yirmi yaşında hastaneye yattım.
Efendim
tekrar hayatımı anlatıp sıkmayacağım. Yirmili yaşlarım engelli kadrosuyla
tekerlekli sandalyede çalışmakla, arabesk aşk şarkılarıyla ağlamakla ve hayatı
sorgulamakla geçti.
Düşün,
düşün, düşün… Yeni kararlar almalıydım. 2002 de sigarayı bıraktım.
HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI O MEKTUP
Yaşım otuz olmuştu.
Hayatımın en önemli dönüm noktası 2003 yılında aldığım bir E-mail’dir.
Biliyorsunuz E-mail ingilizce bir kelimedir ve elektronik mektup
demektir.
Stresli çalışma ortamında çalışırken bir e-mail aldım. Mailde bir
hikaye vardı. Hikayede anlatılan şeyleri düşünmemiz isteniyordu ve konuyla
ilgili çarpıcı sorular soruluyordu.
Mail, insan, aynen
hikayedeki gemiye bindirilen genç gibi, Allah’ı sevdiğini ispat etmesi için
dünyaya sabır imtihanına gönderildi, diye devam ediyordu.
Bizler de, gaflet uykusundan uyandığımızda, yani dünyamızın, uzay
denen okyanusta yüzen bir gemi olduğunun şuuruna vardığımız o an, hepimiz
mantıken şöyle sorgulamayız:
Biz dünyaya nereden geldik, Yaşamın gayesi nedir, Ölüm nedir,
öldükten sonra başımıza neler gelecek, Ölen insanlar nereye gidiyor? , vs. …
Mailde, bu gibi soruların
cevaplarını Kuran-ı Kerim'de bulabilirsiniz, diyordu.
Ve Dünya hayatının değersizliği... Kalpten yapılan bir tövbe ile
günahsız yaşama başlanacağı... vs. gibi konularla ilgili ayetleri de, Kuran-ı
Kerim'de bulabileceğimizi belirtiyordu.
Ve e-mail yani mektup, insan bu soruların cevabını
bulamazsa kalpten huzuru, mutluluğu asla yakalayamaz, diye bitiyordu.
Kuran’ın
Türkçe mealini merak ettim ve Allah’ın nelerden bahsettiğini okudum. Altı yedi
ayda bitirdim.
Ama
defalarca okudum ve ayetlerdeki emirleri yapamaz mıyım diye nefsimle savaşa
girdim.
Bir söz
vardır: “Oku, düşün, uygula, neticelendir”
Uygulamaya tam olarak başlamam iki sene sürdü. 2006’da teyemmümle namaza
başladım.
DARBE
Arabeskten zevk almaz oldum ve sanat müziğine meylettim. Artık Türk
Sanat Müziği dinliyorum. Yine ağlıyorum ama bu kez merhametten…
anlatacağım.
İmanın kalbe yerleşmesi için önce kalpteki putları kırmak ve
temizlemek gerekir.
Para,
kadın, şehvet, masiva (günah işlemek) , malayani (faydasız işler) gibi…
Ben öncelikle samimi tövbe-istiğfar ederek kalbimi gözyaşlarıyla
yıkadım, sevgiyle boyadım ve artık kalbimin zirvesİne Allah’ı
yerleştirdim.
Bu yaptığım işi, konuştuğum sözü Allah beğenir mi diye hep teyakkuz
halindeyim. Çünkü Allah herşeyi görür, duyar, bize şah damarımızdan yakındır.
Yani 2003’te darbe yaptım ve kalbimin idaresini nefis ve şeytandan
geri aldım.
(Nefis vücutta hakim olursa kalp kuyudadır. Ve Kuran’ın ipiyle
kuyudan çıkar. )
Kuran’ın
Türkçe mealini bitirdikten sonra, Peygamber Efendimizin SAV hayatını merak
ettim. Allah’ın en sevdiği kulu O’ydu ama ne çok çileler çekmiş.
Efendimizin
SAV ve sahabelerin hayatını empati yaparak okudum ve gözlerim yaşlarla doldu.
Kainata iman gözlüğüyle bakınca her şey farklı görünüyor. Bu
hastalığımda benim kusurum yokmuş. Bu hastalık bana Rabbimin bir hediyesiymiş.
Mesela,
önceden görmezden geldiğim bir engelli çocuğun yerine kendimi koyarak (empati)
onun duygu ve düşüncelerini hissetmeyi öğrendim.
Rabbim
istediği için namaz kılıyorum, ibadet ediyorum. Allah sevdiği için Efendimizi
SAV ve sahabeleri çok seviyorum.
Anne,
baba, akraba, eş, dost, komşu sevgisini Allah istediği için daha bir içten
seviyorum. Hatta bilirsiniz ki Allah, ana babaya öf! bile demeyin, diyor.
Namazla,
iman kalbimde gitgide pekişiyor. Allah’ın yarattığı tüm kullarına sevgi, şefkat
ve merhamet besliyorum.
Namazlarımda
sadece ailem değil 250 kişiye ismen –bazen- ağlayarak dua ediyorum. Allah
affedip bizi cennetine alırsa hiç ayrılmayalım istiyorum.
Dinden,
oruç, namazdan uzak yaşayan sevdiklerime fırsatını bulunca yumuşak dille
bildiklerimi anlatıyorum. Ama cehennemle korkutmadan sevdirerek…
İçimde herkese öyle SEVGİM var ki, inşallah hep beraber direk
cennete girelim, o alevli ateşe hiç uğramayalım, istiyorum. Bunun için
çabalıyorum.
İşte ilahi aşk buna diyorlar. O kıza duyduğum aşk ilahi aşka
yükseldi. Önceden herkese ondan bahsederken şimdi sözü hep sohbeti Canan’a
bağlıyorum. Yani, Allah’a…
Ha şimdi diyeceksiniz ki, sen cennetlik misin ki herkesi kurtarmaya
çalışıyorsun?
Ben nefsimi en pislik yaratık olarak görüyorum ve Allah beni
cehenneme sürüklettirip attırsa haklıdır, çok günahkarım itiraz edemem, derim
hep.
Sonra Allah tövbeleri kabul eder, çok affedicidir, rahmeti
sonsuzdur, der ümitlenirim.
Evet ilahi aşk, Allah’a samimi ibadet eden kul, Peygamberimize SAV
layık bir ümmet olmaktır.
İlahi aşk, Efendimizin SAV sünnetine tabi olarak, ahlakıyla
ahlaklanmak ve O’nun tebliğ yolunu takip etmekle tezahür eder.
İlahi aşkla yananlar küsmek, kızmak, yorulmak, nefret nedir
bilmezler.
Yaratandan ötürü tüm insanları severler; öyle severler ki, ateşe
doğru uçuşan kelebekleri kurtarmak için çırpınanlar gibi, durmadan sevgiyle
koştururlar, yorulma bilmezler.
***
Fakat nefis ve şeytan beni gaflete düşürtüp tekrar bir darbe yapıp
kalbimi ele geçirmek için fırsat bekliyor. Buna fırsat vermemek için namaza
devam ediyorum ve sürekli Efendimizin SAV duasını tekrarlıyorum.
“Allah’ım göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa nefis ve şeytanla beni
başbaşa bırakma!”
Dünya hayatındaki Allah’ı sevdiğimizi ispat etme imtihanı sona
erinceye, ölene kadar kalbimizin iman iktidarımızı korumalıyız.
Bunun için fakir her namazımın sonrasında Hz Yusuf’un AS duasını
ediyorum:
“… Allah’ım müslüman olarak canımı al ve beni salih kullarının
arasına kat.”
(Yusuf suresi, 101. ayet)
Celalin Penceresinden
Bu kitapi da okuyun,cok guzel bi kitap,Islami cok guzel anlatiyor:
YanıtlaSilhttp://www.islamkutuphanesi.com/turkcekitap/online/kutuphane_indir13/book6/0-2.htm