11 Şubat 2015 Çarşamba

Cuma Namazındaki Boş ANlar


Cuma Namazındaki Boş ANlar


 

Babacığım her Cuma -Allah razı olsun- tekerlekli sandalyemle mahallemizdeki Hz Ali Camiine Cuma namazlarına götürür ...

 

Efendim yazıyı kısa tutmak için hemen konuya geçmek istiyorum. Biz, genelde ezan okunmadan 15-20 dk önce camiye gideriz ve Cuma vaazını dinleriz.

 

Genelde insanlar camiye -Vaaz biterken- geç geliyorlar. Ve ezan okunurken sağa sola bakınıp, Cuma namazı biran önce başlasa ve bitse de çıksak, der gibi bir haldeler...

 

Bu yazıda inşallah, Cuma namazından çıkana kadar hiçbir ânımı nasıl boş geçirmiyorum, onu anlatmak istiyorum ki, belki de  ‘Ben de öyle yapayım iyi fikir’ , diyenler olabilir...

 

* BİRİNCİ AN: Ben vaazı dinlerken ezan okunana kadar dudaklarım salavatlarla kıpır kıpırdır.

 

Allahümme salli, ve sellim, ve barik ala seyyidina Muhammed... 

 


Hz Aişe RA’dan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz SAV şöyle buyuruyor:

 

“Kim Cuma günü bana salavat getirirse, kıyamet gününde ona şefaatim hak olur”

 

Hz Enes’den RA rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz SAV şöyle buyuruyor:

 

“Cuma günü bana bolca salavat getirin. Çünkü Cebrail bana az önce geldi ve Rabbinden şu bilgileri getirdi: Yeryüzünde bir müslüman sana bir kez salavat getirirse, ben ve meleklerim ona on kez salat ederiz”

 


* İKİNCİ AN: Derken ezan okunuyor. Ben ezanı dinlerken önce kelime-i şehadeti defalarca tekrarlıyorum. Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve rasulühü...

 

‘Hayye ales salah’ kısmına geçtiğinde ise defalarca şu zikiri tekrarlıyorum: Vela havle vela   guvvete illa billah...  Sonrasında, ‘La ilahe illallah’ı ezan bitene kadar tekrarlıyorum.

 


Ezan biterken, en son ‘La ilahe illallah’ın sonuna ‘Muhammeden Resulullah’ diyorum ve ezan duasını okuyorum. Sonra Cuma namazının ilk sünnetini kılıyoruz. 

 

* ÜÇÜNCÜ AN: Sünnetten sonra iç ezan okunuyor. Fakat ezan okunurken çoğunluk boş boş duruyor ve ezan bitsin diye etrafına bakınıp duruyor. Ben mi?

 

İç ezan bitene kadar dua ediyorum. Çünkü Peygamber Efendimiz SAV buyuruyor ki: 

 

“Namaz için ezan okunduğu vakit Şeytan oradan yellenerek uzaklaşarak, ezanı duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezan bitince geri gelir. Namaz için kamet getirilince yine kaçar. Kamet bitince tekrar gelir.” (Buharî, Ezan, 608; Müslim, Namaz, 389)

 

Hazır şeytan yokken dua edeyim diyorum :)

 

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

 

‘İçerisinde güneşin doğduğu en hayırlı gün, Cuma günüdür. Adem Aleyhisselam o günde yaratıldı, o günde cennete girdirildi, o günde oradan çıkartıldı ve o günde kıyamet kopacaktır! O günde öyle bir saat var ki, Müslüman bir kul o saate denk getirerek Allah’tan hayırlı bir şey isterse, Allah onun isteğini verir’ buyurdu.”

(Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Hibban, Malik)

 



* DÖRDÜNCÜ AN: Ezan bittikten sonra, imam hutbeye başlayana kadar içimden salavat getiriyorum. Sonra derin tefekkür içinde dikkatlice hutbeyi dinliyorum.

 

Hutbeden sonra imam, cemaate cumanın iki rekat farzını kıldırıyor. Birşey dikkatimi çekiyor: Birçok insan farz bittikten sonra, cumanın son sünnetini kılmadan camiden çıkıyor.

 

Ben cumanın dört rekat son sünnetini de kılıyorum. Böylece Cuma namazı tamamlanmış oluyor. Bazıları da son sünnetin selamını verdikten sonra yine hemen çıkıyorlar. Ama keşke... 

 

Evet bazıları ise selam verdikten sonra ellerini kaldırıyorlar ve 2-3 dk dua ediyorlar. Keşke o cumayı tamamlayanlar da hiç olmazsa 2 dk dua edip, öyle çıksalar.

 

Çünkü Rabbimiz; ‘Duanız olmasa Allah size ne diye değer versin ki’ (Furkan suresi, 77. ayet) , diyor.

 

* BEŞİNCİ AN: Kimisi Cuma namazının on rekatı bittikten sonra zührü ahir ve vaktin sünneti diyerek altı rekat daha namaz kılıyorlar.

 

Ben önceden on rekat Cuma namazını bitirince dua eder camiden çıkardım. Fakat birkaç yıldır Ahmed Şahin hocanın bir yazısında okuduğumu uyguluyorum.

 

Ben cumanın on rekatının ardından kamet getirmeden (İlahiyatçı yazar Ahmed Şahin hoca, cumanın farzında müezzinin okuduğu kamet bunun içinde geçerli olur, dedi) şu niyetle bir dört rekat namaz kılıyorum:

 

Niyet ettim Allah’ım, Senin rızan için, geçmişte kılamadığım üzerime borç yazılan ilk öğle namazının farzının kazasını kılmaya! 

 

Bu niyetle bir kaza namazı kılıyorum. Diğer iki rekatlı namazı bitirmeye vakit kalmıyor, çünkü yavaş kılıyorum. Cemaatin namazını bitirmesini şu zikiri çekerek bekliyorum:

 

Estağfirullah ellezi la ilahe illa hüvel hayyül kayyum ve etübü ileyh.

 

Sonra cemaatle birlikte tesbihatı yapıp dua ediyoruz ve imam el-fatiha deyince, Fatiha suresini okuyup duayı ve namazı bitirmiş oluyoruz. Sonrasında hepimiz Camiden çıkıyoruz.

 

Bazılarını çıkışta görüyorum ki onlar Cumanın on rekatını kılıp çıkmışlardı. Tamam zührü ahir kılmayabilirler fakat en azından bir kaza namazı kılıp tesbihata katılabilirlerdi.

 

Çünkü 10-12 dk fark ediyor. Tamam memurdur, işi vardır gider ama caminin kapısında durmaktansa tesbihata katılıp zikir sevabı almak daha iyi değil mi? 

 

Biz cumadan çıkınca bazen bir AVM’ye gidip yemek yiyoruz.

Çünkü Cuma benim bayramımdır.

 

Yazıyı uzun tutmamak için burada bitiriyoruz. Eğer isterseniz yukarıdaki bazı zikirlerin anlamını veya merak ettiğiniz bir konuyu GOOGLE’da aratabilirsiniz...

 

Cuma’nın hayru bereketi üzerinize olsun...

 

 

Celalin Penceresinden

 

 


8 Şubat 2015 Pazar

Önemli olan kazanılanlardır


Önemli olan kazanılanlardır



 

Bazen TV’de Alman ligini izlerken bişey dikkatimi çekiyor. Bütün maçlarda yüzbinlik stadlar tıklım tıklım dolu... Acaba bu kadar insan bir ibadet için kiliseye gider mi?

 

Bizde de durum aynı malesef... Dolu stadlar ama cemaatsiz camiler...

 

Bazen aklıma geliyor, acaba çokluk bir işin doğruluğunu mu gösteriyor, diye... Sorsak mesela, o insanların çoğu, benim kalbim temiz, namaza gerek yok ki, der...

 


Acaba biz namaz kılanların kalbi yeterince temiz değil mi ki, biz ibadet ediyoruz?

 

Geçenlerde internetten okuduğum şu anektod, hangi gerçeği anlamama vesile oldu biliyor musunuz? Önce  o anektod:

 

Mehmet Kırkıncı hocaya “Hz. Âdem (as) cennetten niçin dünyaya gönderildi? Diye sorulunca:

 

-Fena mı oldu, cevabını verir. “İki kişi geldiler ama, milyarlarca insanla beraber döndüler. Hep cennette kalsalardı, bu sayı hiç değişmeyecekti.

 

Şeytana uyup, imtihanı kaybedenlerin sayısı önemli değil. Mühim olan kazananlardır. Tavuğun altına bırakılan yüz yumurtadan sekseni bozulup yirmisi civciv olsa, zarar oldu denilmez.

 

Evet işte farkettiğim gerçek budur.. Ki doğru yolda olduğumu anlayıp ibadet aşkımı artırdı. Şimdi o cümleleri tek tek birdaha yazıyorum. Düşünelim inşallah...

 

Şeytana uyup, imtihanı kaybedenlerin sayısı önemli değil.

Mühim olan kazananlardır.

Tavuğun altına bırakılan yüz yumurtadan

sekseni bozulup yirmisi civciv olsa,

zarar oldu denilmez. Mühim olan kazanılanlardır.

 


Şeytana uyup, imtihanı kaybedenlerin sayısı önemli değil.

Mühim olan kazananlardır.

 

Allah bizi bu dünya imtihanını kazanıp cennete gidenlerden eylesin...  

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

4 Şubat 2015 Çarşamba

Doğumdan Sonra Hayat Var mı?


Doğumdan Sonra Hayat Var mı?


 

Bu yazıda, ölümden sonra hayatın varlığını aklımıza yaklaştıran meşhur hikayeyi paylaşacağız, sonra da acizane kısaca yorumlarımızı yazmak istiyoruz, inşallah okursunuz...

 

DOĞUMDAN SONRA HAYAT VAR MI?

 

Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri herşeyden habersizmiş. Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. Elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başlamış. Bu arada, etraflarında olup biteni farketmeye başlamışlar.

 


Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış. Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış: “Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey be kardeşim!”

 

Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, anneleriyle onları birbirine bağlayan kordonu farketmişler. Bu kordon sayesinde hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini anlamışlar.

 

“Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan herşeyi gönderiyor.”

 

Aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle “yolun sonu”na yaklaşıyorlarmış. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terkedeceklerinin işaretlerini almaya, dokuzuncu aya yaklaştıklarında, belirtileri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar.

 

Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş: “Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir?” Öteki daha sakinmiş, üstelik, bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; sezgileriyle daha geniş bir alemi arzuluyormuş. Cevap vermiş:

 

“Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor” ve eklemiş: “Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz artık.”

 

“Ama ben gitmek istemiyorum” diye haykırmış kardeşi.

 

“Hep burada kalmak istiyorum.” Öteki,

“Elimizden gelen birşey yok, hem, belki doğumdan sonra bambaşka bir hayat vardır.”

“Bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?” diye cevaplamış diğeri.

 

“Buradan ayrılmak zorunda kalırsak nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbiri geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söyleyebilsin. Hayır bu herşeyin sonu olacak.” Ve karamsarlıkla eklemiş:

 

“Hem belki de anne diye birşey yok!”

 

 “Olmak zorunda” diye itiraz etmiş kardeşi. “Buraya baska türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?”

 

“Sen hiç anneni gördün mü” diye üstelemiş öteki; “O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk.” Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş.

 

Sonunda doğum anı gelmiş çatmış. İkizler dünyalarını terkettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar.

 

Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş.

 


******

 

Evet hikaye bu kadar. Bizler de ana rahmindeki hortum misali besleniyoruz ve hava alıyoruz.

 

Çeşit çeşit meyveler, sebzeler, kuş etleri, balıklar, tahıllardan yaptığımız ekmek, börek, baklavalar ... Yani açlıktan ölen yok. (Sömürü sebebiyle insanlar Afrikadaki açlığa sebeptir.)    

 

Dünyayı oksijenle doldurmuş, havasızlıktan hiç ölen yok... 

 

Biz ana rahminde iken annemizi göremiyorduk, Acaba, bu dünya da Rabbimizin rahmi olabilir mi ki, biz de Allah’ı göremiyoruz, ama eserleri ve verdiği nimetlerden varlığını hissediyoruz.  

 

Ve inşallah yaptığımız hayırlı işler ve ibadetlerimiz neticesinde Allah’ın lütfu ile cennete gidersek, Rabbimizin cemalini görebileceğiz...

 

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Rabbimizin cemalini görmenin kıymetini şöyle anlatıyor:

 

 

“Dünyanın bin sene mesudane (mutlu) hayatı cennetin bir saatine mukabil (karşılık) gelmiyor.

 

Öyle bir cennetin bin senesi ise, Rabbimizin cemalini temaşa etmenin bir saatine mukabil gelmiyor... ” 

 

 

ÖYLE BİR HAYAT YAŞAYALIM Kİ İNŞALLAH,

ALLAH BİZİ CENNETİYLE CEMALİYLE MÜŞERREF EYLESİN. 

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

1 Şubat 2015 Pazar

Gülpembe’sine kavuştu (1 şubat 1999)


Gülpembe’sine kavuştu (1 şubat 1999)

 

Bugün 1 şubat 2015. Barış Manço Hakk'a yürüyeli tam 16 yıl olmuş. Kendisi 1943 doğumluydu ve yaşasaydı bugün (2015) yetmişiki yaşında olacaktı.
 

Ben yıllar önce hayatımı anlattığım kitapçıkta, Barış Manço’nun vefatını öğrendiğim günü anlatmıştım. Barış ağabeyi hatırlamak adına, o yazıyı sizlerle aşağıda paylaşmak istiyorum. Allah rahmet eylesin. Mekanını cennet ve Cennetteki makamını yüksek eylesin.

 

 
***
 
Hiç unutmuyorum. 1 şubat 1999… Doktora gideceğimiz gün sabah televizyonu açtık. Sabah haberlerindeki dinlediğim haberle gözyaşına boğuldum. Çalan müzik Gülpembe şarkısıydı. Çünkü Barış Manço’nun öldüğünü haber veriyordu. İlk defa bir sanatçı için ağladım. Küçükken tek kanallı televizyonda yediden yetmişyediye programıyla büyümüştük. Dünyayı onunla biz de gezdik.
 
 
Haberlerde Barış Manço’nun eski bir röportajından bir bölüm yayınladılar. Sunucu soruyordu: “Efendim Gülpembe şarkısını kimin için yaptınız?” Barış Manço’yu bilirsiniz. Biraz hızlı konuşur. “Haa Gülpembe benim babannem.” Demişti. Ben de kendi babannemi hatırladım.
 
Barış Manço tam bir İstanbul beyefendisiydi. Hem Barış Manço’yu, hem babannemi, hem de gülpembe şarkısının sözlerini düşününce gözlerim yaşlarla doldu.
 

Sen gülünce güller açar gülpembe 
Bülbüller seni söyler biz dinlerdik gülpembe 
Sen gelince bahar gelir gülpembe 
Dereler seni çağlar sevinirdik gülpembe 
 
Güz yağmurlarıyla bir gün göçtün gittin sen inanamadık gülpembe 
Bizim iller sessiz bizim iller sensiz olamadı gülpembe 
Dudağımda son bir türkü gülpembe 
Hala hep seni söyler seni çağırır gülpembe 
 
Güz yağmurlarıyla bir gün göçtün gittin inanamadık gülpembe 
Bizim iller sessiz bizim iller sensiz olamadı gülpembe 
Gözlerimde son bir bulut gülpembe 
Hala hep seni arar seni bekler gülpembe 
 
Dudağımda son bir türkü gülpembe 
Hala hep seni söyler seni çağırır gülpembe

 

Barış Manço’da göçtü gitti bu dünyadan… Neşet Ertaş’ın dediği gibi burası yalan dünya… Bazen şarkılarını dinlerken sözlere dikkat ediyorum. Ne ibretlik sözler… Ne büyük sanatçı… Ne büyük bir kayıp ülkemiz için.

 

Öldüğüm zaman babannem, dedem, Celal amcam, İsa dedemle karşılaşmayı çok istiyorum. Tabi ki bir de inşallah Barış Manço’yla sohbet etmeyi çok isterim. Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın.

 

***

Celal Çelik              Ankara  ( Yazları: Konya-Ereğli )>
 

 

28 Ocak 2015 Çarşamba

Dünyayı Sen mi Kurtaracaksın?


Dünyayı Sen mi Kurtaracaksın?


 

Anlamıyorlar. Evet anlamıyorlar. Herzaman söylüyorum. Yıllar önce o yaşadığım beşeri aşk, 2003’ten itibaren ilahi aşka dönüştü...

 

Yıllar önce arkadaşlarımla her konuşmamda o kızdan bahsederdim. O şöyle baktı, şöyle gülümsedi, şunu söyledi. Beni sordu mu gibi herkese ondan bahsederdim. 

 

2003’te Kuran’ın Türkçe mealini düşünerek okumam ve gerçeğin farkına varıp uyanmamla birlikte, o aşk, ilahi aşka dönüştü. O yaşadığım aşk, şimdiki ilahi aşkımın bir stajıydı.

 

Şimdi, her konuştuğum kişiyle sözü hep Sohbet-i Canan’a getiriyorum. Yani, Allahu Teala ve Peygamber Efendimiz’den SAV bahsediyorum.  

 


Mevlana Hazretleri karga ve kaz gibi iki farklı kuşun beraber uçarak, beraber vakit geçirdiklerini görünce sebebini merak eder ve kuşları inceler. Ve farkeder ki, ikisi de topaldır.

 

Bunun üzerine Mevlana Hazretleri der ki:

“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.” 

 

Evet sanırım fakirin ilahi aşkını hissedemiyorlar ve sonuçta beni anlayamıyorlar.

 

Nefis ve Yalan Dünyanın cazibesine kapılmış, ölümü, ahireti, hesabı unutan gafletle uyuyan insanlar, benim gibi gerçeği görüp uyansınlar diye, yazılar yazıyorum. (Şu an 251 yazı) 

 

Benim ilahi aştan gelen bu çabalarımı gören çoğu kimse şunu diyor: “Celal, bırak herkese namazı anlatmayı... Dünyayı sen mi kurtaracaksın? , bırak herkesin aklı, fikri var...” 

 

Evet benim yaptığım, tam da bu aslında. Akla kapı açıp, İnsanların düşünmelerini sağlamak... Zaten Cenab-ı Hak Kuran’ında, Dinde zorlama yoktur, Dünyayı imtihan etmek için yarattık, diyor.  

 

Çünkü, Cenab-ı Allah nasip ederse, duyulan veya okunan tek bir cümle gaflet perdesinin kalkmasına neden olur.

 

O güne kadar duyduğunuz eksiklik, belki de o cümlenin içinde saklıdır...        

 

Bana, yazılarından etkilenip namaza başladık, imanımız artıyor, şeklinde teşekkür mailleri geliyor.  Allah’a binlerce hamdolsun, naçizane fakiri böyle hayırlara vesile ettiği için... 

 

Hislerime tercüman olan, çok bilinen şu meşhur hikaye ile yazımızı bitiriyoruz:

 



DENİZ YILDIZININ HİKAYESİ

Bir Adam Okyanus Sahilinde Yürüyüş Yaparken,
Denize Telaşla Bir Şeyler Atan Birine Rastlar.
Biraz Daha Yaklaşınca Bu Kişinin,
Sahile Vurmuş Denizyıldızlarını Denize Attığını Fark Eder Ve


"Niçin Bu Denizyıldızlarını Denize Atıyorsun ?" Diye Sorar.
Topladıklarını Hızla Denize
Atmaya Devam Eden Kişi,
"Yaşamaları İçin" Yanıtını Verince,
Adama Şaşkınlıkla
"İyi Ama Burada Binlerce Denizyıldızı Var. Hepsini Atmanıza İmkan Yok.
Sizin Bunları Denize Atmanız Neyi Değiştirecek Ki ?" Der.


Yerden Bir Denizyıldızı Daha Alıp Denize Atar,
"Bak Onun İçin Çok Şey Değişti," Karşılığını Verir.  

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

25 Ocak 2015 Pazar

Mesele Doktor Olmakta Değil


Mesele Doktor Olmakta Değil


 

Bazen bu konuda yazayım diye duyduğum, seyrettiğim bir haberi, okuduğum bir cümleyi akıllı telefonuma not alıyorum ki unutmayayım... 

 

Bu yazıda inşallah, iki yıl önce notunu aldığım bir haber üzerinden bir gerçeği hatırlayacağız.

 

27 Eylül 2013’teki Haber şu:

 

Ankara’da özel hastanede görev yapan biri profesör diğeri doktor iki şüphelinin de aralarında bulunduğu 16 kişi, operasyonlar sırasında gözaltına alındı. İhtiyaç sahiplerinden 10-15 bin TL’ye satın alınan organları, 25-30 bin liraya satan çete üyelerinin, bu yolla yaklaşık 1 milyon liralık gelir elde ettikleri tespit edildi.

 


 


Yani, iki doktorun insanların organlarını satan bir organ mafyasının çete üyesi oldukları iddiası... Hem de doktorun birisi profesörmüş.  

 

Bu haberi okuyunca şunları düşündüm:

 

- Bir insan çocuğunu ta ilkokulda niye dershaneye gönderir?

- İyi bir lise kazanması için.

- Peki kazandığı o iyi lisede neden dershaneye gönderir?

- İyi bir üniversite kazanması için... Belki de tıp okusun diye.

- Peki insan neden 6 sene tıp okur yıllarca uzmanlık sınavına hazırlanır?

- Rahat bir ömür sürmek için...    Öyle mi olmalı acaba ??? 

 

Küçüklüğümüzden beri duyduğumuz bir söz var: “Oku, doktor, mühendis ol, kendini kurtar”

 

Sahiden doktor olmak asıl gaye mi olmalı? Efendim İslam büyüklerinin sohbetlerinden, okuduğum kitaplardan süzülen bilgilerimi kısaca paylaşacağım. Ben ilim taşıyıcısıyım.  

 


Tasavvufta Dervişin gayesi şu olmuştur; “İlahi ente Maksudi ve rızake Matlubi”

 

Ya Rab benim gaye ve isteğim senin rızandır ; yaptığım ibadet ve taatimin gayesi ne cennet arzusu ne de cehennem korkusudur, diye, Allah’a teslim olmuştur.

 

Bizim de hayatımızın en büyük ve asıl gayesi Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Yani Allah’ın sevgisini kazanmak... Eğer Allah bizi severse cennetine koyar zaten ve cehennemden korur.

 

Neden bize bir iyilik edene “Allah senden razı olsun” diyoruz ; çünkü asıl amacın bu olduğunu atalarımız dilimize pelesenk etmişler, alıştırmışlar.

 

Hayatımızın asıl gayesi Allah’ın rızasını kazanmaktır. Hayatımızdaki diğer tüm gayeler, asıl gayemize ulaşmakta basamak olmalıdır.

 

Mesele doktor, mühendis, mimar olmakta değil. Asıl mesele ahlaklı ve imanlı bir insan olarak o meslekleri yapmak...  Hayatımı anlattığım kitapta inançsız bir doktorun hayallerimi nasıl yıktığını anlatmıştım:

 


 


Benim yazdığım tüm bu yazılar, dualar, sohbetlerimin amacı siz sevdiğim dostlarımı bir an da olsa dünya meşgalelerinden uzaklaştırıp düşündürmek içindir.

 

Ki  inşallah düşününce belki hayatınızda yeni kararlar alırsınız, sadaka gibi, namaz gibi, günahı terk gibi…

 

Neden mi bunu istiyorum? Sizleri çok sevdiğim için. Allah’ın cenneti geniştir. Bu yazıları önce kendi nefsime yazıyorum.

 

İnşallah hepberaber Allah’ın sevgisini kazananlardan oluruz...

 

Allah, hayatımızın asıl gayesini hiçbir zaman unutturmasın. Nefse, şeytana uydurmasın.

 


Allah, hayatımızı rızası dairesinde yaşayıp cennet ve cemali ile şereflenen salih kullarından eylesin, Efendimize SAV Firdevs cennetinde komşu eylesin. Amin

 

 

Celalin Penceresinden